PKK’nın kendisini feshetme süreci ve Türkiye | Aydın Selcen anlattı

09.05.2025 medyascope.tv

9 Mayıs 2025’te medyascope.tv'de yaptığımız söyleşiyi yayına Gülden Özdemir hazırladı

Ruşen Çakır: Aydın merhaba, biraz önce Kandil'den, PKK'dan bir açıklama geldi. 5 ve 7 Mayıs'ta iki ayrı bölgede, Medya Savunma Alanları’nda iki farklı bölgede paralel bir şekilde toplanıldığı söylendi. Abdullah Öcalan'ın raporu değerlendirilmiş, belli ki Öcalan örgüte bir şey iletmiş. Onların ne olduğunu 27 Nisan açıklamasından tabii ki çıkarabiliyoruz. Kendini feshetmek vesaire… Kongre tamamlanmış ama açıklamayı en kısa zamanda yapacaklarını söylüyorlar. Fakat anladığımız kadarıyla kongre toplandı ve bu karar alındı. Bu kararı her an açıkladıklarına tanık olabiliriz. Şimdi bir aşama sanki tamamlanmış gibi mi?
Aydın Selcen: Yani bu kadar kısıtlarsak, evet, belli ki yeni bir aşamaya geçilmiş. Aradaki iletişim sürmüş İmralı'yla Kandil arasında. Devletin ilgili kuruluşları, herhalde buradan da Milli İstihbarat Teşkilatını anlamak durumundayız, başka bir devlet aygıtının herhangi bir organında böyle bir kapasite, imkân ve kabiliyeti olmadığına göre. Eğer fesih ve bu zaten ateşkes anlamına da geliyor, yani ateşkes, fesih ilan edecekse PKK, iki ayrı alanda ne gibi bir toplantılar dizisi yapıldı da iki gün boyunca bunların birleştirilip açıklanması bekleniyor, o kısmı kestirmek güç. Akıl yürütmek gerekirse, ki akıl yürütmeye de fazla gerek yok, neden? Çünkü herhalde kısa süre içinde ne olduğu anlaşılacak. Ama şimdiden bir tahmin yapmak, bir akıl yürütmek gerekirse de bunun herhalde YPG ve Suriye tarafını kapsıyor kapsamıyor kısmı ve belki de Kandil tarafından taleplerin yinelenmesi kısmı. İşte o da nedir? Öcalan'ın İmralı'daki durumunun daha etkin bir biçimde çalışmasına izin verecek şekilde değiştirilmesi gibi taleplerinin irdelenmesi beklenir. Ama elimizde bir veri yok, evet.

Ruşen Çakır: Peki Aydın, şöyle soracağım. Şimdi neredeyse 50 yıldır var olan bir örgüt söz konusu, Ortadoğu'da çok etkili, Türkiye'de, ama sadece Türkiye'de değil. Silahlı bir örgüt söz konusu ve bu örgüt silahları bırakma kararı alıyor ve bir süreç başlayacak. Şimdi şu ana kadar bizim gördüğümüz kadarıyla bu olay Ankara'yla ya da işte DEM Parti aracılığıyla, Öcalan'ı merkez alarak, Kandil'le de irtibatlı bir şekilde, kimi zaman Avrupa'daki örgüt yöneticileri de işin içine katılarak yapıldı gibi görülüyor. Ama bölgede Türkiye bu olayı kendi başına kotarabilir mi? Şimdi kararı almış olabilir ama bundan sonraki süreç, silah bırakma, silahları nereye bırakacaklar, bırakanlar ne olacak gibi bir yığın kalem var. Buralarda Türkiye dışında kimler olabilir? Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi'nin olacağını tahmin ediyoruz. Zaten coğrafi olarak da orası var. Ne dersin, bu Türkiye'nin tek başına kotardığı bir şey mi?
Aydın Selcen: Bir adım geriye çekilerek belki başlamak gerekir diye düşünüyorum. Bu konuda Medyascope’ta yazdım pek çok kere, söyledim de. Daha sonra da açıkçası ipin ucunu bıraktım çünkü bunlar üzerinde durulmuyor. Yani benim aklıma takılan konuların pek ilgi çekici, dikkat çekici olmadığı kanısı bende güçlendi. O da nedir? Bu kolayca kullanılan terimler: savaş, barış, süreç... Bunlardan ne anlaşılır? Kiminle kim, nerede savaşıyordu bir savaş var idiyse? Barış denilince ne anlaşılıyor? Hatta o barışın üzerine biraz gidince, tabii ‘‘ben gittim, bana yanıt olarak böyle konuşuldu’’ demiyorum. Öyle kendimi dev aynasında görüyor değilim. Kendimce çıkarttığım sonuçları paylaşmak istiyorum. Hayır, burada söylenen ‘‘toplumsal barış’’ dendi. Yani toplumsal barıştan kasıt da herhalde kutuplaşmanın daha azalması, huzur gibi unsurlar. Süreç denince, bunu da söyledik pek çok kere: gizli yürümesi gereken istihbarat teşkilatıyla örgüt arasındaki kısım açık; açık yürümesi gereken siyasal süreç kapalı yahut yok. Bunun yanı sıra kulağımıza üflenen haberler arasında Anayasa Mahkemesi’nden yahut o düzeylerde hukukçuların İmralı'yla iletişim içinde bir çalışma yürüttüğü gibi bir bilgi var, ki bu çok kendi kendine çelişir bir önerme zaten. Bunun ötesinde siyasal sonuçlar üzerinde duruldu. O da nedir? Herkesin aklına gelen, benim de söylediğim: DEM Parti’yi muhalefetten ayrıksı bir yere getirmek yahut Kürt seçmenin ana muhalefete, CHP’ye ilgisini azaltmak yahut İmamoğlu’na olan desteği azaltmak. Ama sanıyorum şu gözden kaçırılıyor: 2025 yılındayız ve bunlar olurken olan diğer şeyler, işte İmamoğlu’nun diplomasının iptali ve veri tabanından silinmesi, işte ne bileyim, bir önem sırası gözetmeksizin sayarsak CHP İstanbul İl Başkanı Özgür Çelik’e açılan 15 yıllık dava, anayasal hak olan protesto, gösteri hakkına yönelik polisin müdahaleleri, gözaltına alınan öğrenciler... Bunlar arasında belki simgeleşen Esile Ayık’ın durumu... Bunlar alt alta sayılabilir. Türkiye’deki durum ortada. Burada da ‘‘Barış ile demokrasi arasında bir otomatik bağlantı var mı?’’ sorusu... Bu soru dile getirildiğinde benim gibiler tarafından alınan yanıt şuna geliyor özetle: ‘‘Sen ona karışma, bu fena bir şey değildir, hele biz bir demir alalım, istim arkadan gelir’’ gibi. Ama burada bir zorunluluk var mı, bir otomatiklik var mı? Bizim geçirdiğimiz 25 yıllık bu siyasal deneyim, 25 yıla varan, neredeyse çeyrek yüzyıllık AK Parti deneyimi bize ne anlatıyor? Muhatap olan kişilere ne kadar güvenilir, ne beklenir? Bu bir soru. Bir başkası, sadece teknik olana bakarsak; 90'lı yıllarını sen de yakından izledin, biliyorsun, bir işte isyan bastırma tam anlamıyla el kitabı uygulandı. Burada hatta Güneydoğu'dan, doğudan büyük ölçüde nüfus yer değiştirdi. Köy yakmalar, insan hakları ihlalleri, işkenceler... Bu evet, o dönem için belki bir tür gerilla savaşı ve bir isyan bastırmayı gösteren bir durumdu. Ondan sonraki ikinci bir çarpıcı dönem belki 2018 sonrasında yaşanan kısım. O da bugün geldiğimiz yerde evet, biz Suriye içindeki Türkiye'nin askeri varlığını konuşuyoruz ama Irak'ta, Irak Kürdistan bölgesinin KDP bölümünde kalan alanlarda, ben 2013 yılında istifa etmiştim, tam da Mayıs sonunda, Haziran başında, o zamanlara gelirsek 2013'te belki 14 civarında ileri karakol ve bir üs varken oralarda, şimdi bu sayı 130'u geçmiş durumda. Yani burada özcesi sahada, zaten alanda PKK'nın Türkiye içinde herhangi bir eylem yapabilecek durumu kalmadığı gibi ayrıca bu tür bir silahlı mücadele denecekse buna, bu mücadele yöntemi aşırı biçimde anakronik hale geldiği bir açık ama adım atamaz hale getirildiği de açık. Diğer taraftan Irak sınırı boyunca da zaten kendiliğinden bir askeri tampon bölge oluştu. En son Metina-Gara arasında sıcak çatışmanın devam ettiği ve Gara Tüneli ile ilgili, Gara’daki PKK'nın o büyük tüneliyle ilgili çatışmaların devam ettiği anlaşılıyor. Ve şu son güne dek ayrıca PKK'nın hem KDP peşmergesine yönelik eylemleri, hem Türk Silahlı Kuvvetleri’ne yönelik bazı tek tük de olsa eylemleri orada sürüyordu. Bunu kendileri paylaşıyordu. Aynı şekilde de TSK hız kesmeden kendi yürüttüğü harekâtı da sürdürüyordu. Ve hep söylenen ortada bir müzakere olmadığı, işte çok çarpıcı biçimde DEM Eş Başkanı Sayın Tülay Hatimoğulları'nın "top onların sahasında" ifadesine, Adalet Bakanı Tunç'un verdiği "Top oynamıyoruz" yanıtı çok çarpıcı oldu. Böyle bir durumda aslında konuşulanın herhalde PKK'nın yenildiğini kabul ederek, yahut yaptığı işin çağ dışı olduğunu kabul ederek bir tür kendini feshetme açıklaması. Ama ondan sonra senin saydığın teknik konular... Ben bunu hep söylüyorum, bunun ne IRA’yla, ne FARC’la, Kolombiya'yla, ne Güney Afrika'yla bir benzerliği yok. Ama illaki o literatürden alıntı yapılacaksa, bu tip işlerde DDR malum: disarm, demobilize, reintegrate meselesi, yani önce silahı bırakıyor, ondan sonra terhis oluyor tırnak içinde bu tür silahlı örgüt üyeleri, sonra da yeniden toplum hayatına katılıyor. Bundan sonra da fesih kararı açıklanıyor. Bizde bu bir nevi front-loaded denilen, ağızdan dolma tüfek gibi düşünürsek, öyle yapılıyor. Örgüt kendini feshediyor, zımnen de olsa “biz kaybettik, vazgeçiyoruz” diyor. Sonra da zaten Türkiye'ye yönelik tehdit oluşturacak bir durumda değil, bir yerde de değil. Kandil'deki işte kaç bin silahlı militanı varsa PKK’nın, onların akıbeti kalıyor geriye. Orada senin söylediğin gibi belki KDP devreye gelebilir. Ama burada KDP ile KYB arasında da görüş ayrılığı var ve Türkiye'nin askeri varlığını, yani şunu anlatıyor bize: KDP denetimindeki Irak Kürdistan Bölgesi'nin kuzey yarısında da PKK'nın artık geri itildiği, oradan da itildiği ve işte tek o söylediğim Gara Tüneli, oraların kaldığı... Bir de bunun Suriye boyutu var ki, orada da herhalde Fransa'yla ABD ile bizim pek de bilgimiz olmayan bazı görüşmeler yapıldı ki, o Suriye'ye sürekli söylenen asıl tehdit buradan, buraya yönelik bir askeri harekât yapılacak ki, ben bunlara katılmıyorum. Yani ne oraya bir askeri harekât yapılması gerekliliğini, ne oradan bir tehdit olmadığını söylüyorum. O kısımda farklı bir yaklaşım var gibi duruyor. O da herhalde Ahmed eş-Şara'nın başa geçmesiyle ilintili de olsa gerek.

Ruşen Çakır: Aydın, bu şey hususunu biraz açmanı rica ediyorum. Bu barış-demokrasi ilişkisi meselesi bayağı tartışılacağa benziyor. ‘‘Otomatik bir ilişki yok’’ diyorsun. Evet, doğru. Peki, bundan sonra bu silah bırakmanın, kendini feshetmenin aynı zamanda demokrasiye evrilebilmesi için bir zemin hazırladı ama yani her şey bir yana, mesela siyasi iktidarın elinden önüne geleni terörist olarak itham etme, suçlama vesaire gibi bir şeyi de almış oldu. Bir zemin var. Bundan sonra kim, neyi, nasıl yapmalı?
Aydın Selcen: Ben de sana onu sorabilir miyim, iyi anlamam için sorunu; nasıl hazırlanmış oldu o zemin, bana izah edersen… Çünkü örnek olarak şimdi İmamoğlu hakkındaki dava ortada ama onu bir yana bırakalım, Osman Kavala'nın, Selahattin Demirtaş'ın, Can Atalay'ın hangi kararlara rağmen serbest bırakılmadıkları da ortada. Bu şekilde nasıl bir zemin hazırlandığına biz ikna olacağız da bundan sonra değişik bir Türkiye’yle karşı karşıya kalacağız?

Ruşen Çakır: Benim düşünceme göre bu silah bırakma, fesih kararının ardından Selahattin Demirtaş'ın, Kavala'nın vesaire, onların tahliyesini de yaşayacağız diye düşünüyorum.
Aydın Selcen: Yani düşünüyor musun, inanıyor musun? İnanıyorsun gibi geliyor bana.

Ruşen Çakır: İkisi birden: hem temenni ediyorum hem de öyle olacağını düşünüyorum.
Aydın Selcen: Tabii temenni edebilirsin, iyi temennilerine ben de katılırım. İnanç, herkesin inancı kendine ait, ona da hiçbir şey söyleyemem. Ama düşünce konusunda herhalde orada ayrılıyoruz. Çünkü ben bütün bunların farklı farklı yürüdüğünü görebiliyorum. Çok basit, dün neye şahit olduk? Dijital Mecralar Komisyonu toplanıyor, oraya Grup Başkanvekili Murat Emir geliyor, "Usul hakkında söz almak istiyorum" diyor, Yayman bir türlü söz vermiyor. Sıralara vuruyor CHP’liler. 10-15 dakika, oradaki gelen o uluslararası büyük şirketlerin herhalde avukatları, Türk avukatları var orada, onlar bekliyor konuşacağız diye. İşte Yayman diyor ki, ‘‘Senelerdir bu mecra yürüyor burada.’’ Yani orada bile, yani Meclis’in içinde bir komisyonda dahi CHP'nin Grup Başkanvekili’nin söz alıp konuşamadığı bir ortamdayız. Bu kadarına bile, yani o kadar oksijen sızmasına bile izin verilmeyen bir ortamda, bu elde edildiği bize söylenecek sonuç; çünkü bunun denetlendiğini, yapıldığını görmeyeceğiz. Yani o sonuç nedir? Evet, bu bir, ‘‘Şam Fatihi’’ gibi… Şimdi evet, bu sefer herhalde o söylenecek bize: ‘‘PKK'yı feshettiren AK Parti’’ yahut ‘‘Cumhurbaşkanı Erdoğan.’’ Şimdi, hemen bu hafta sonu Van mitingi var, değil mi? Herhalde bu Van mitingi de bize bir veri sağlayacak, bakalım Kürt seçmenin de yaklaşımı nedir? Çünkü Kürt seçmenin de tamamını bir torbaya koyup, ‘‘bunlar şimdi artık oradan bu tarafa yönelecek’’ diye ya da ‘‘gelen bir işaret doğrultusunda hareket edecek’’ diye sanıyorum bir varsayımımız olamaz. Dolayısıyla ben bu adına barış denilen, benim yani bunu ‘‘barış istemiyorum’’ gibi ya da ‘‘barışa karşıyım’’ gibi değil ama, bu olan şeyi ben barış diye tarif edemiyorum. ‘‘Barış yok, savaş var’’ da demiyorum şu anda zaten, yani o ayrı bir konu, ona hiç girmeyelim ama ona bir ontolojik tartışma mı demek lazım, bilmiyorum onu. Ama onun dışında demokrasiye yönelik, herhangi bir demokratikleşmeye yönelik en ufak bir adım değil, aksine baskının sürekli arttığı bir dönemdeyiz. Dolayısıyla ben bu iyimserliği üzülerek de olsa paylaşamıyorum.

Ruşen Çakır: Evet, bu konu seninle öteden beri tartıştığımız, anlaşamadığımız bir konu. Stüdyoya geldiğinde tekrar bunu stüdyoda daha canlı bir şekilde tartışırız. Demin sözünü ettiğin Suriye bağlamı meselesini biraz daha detaylandırmanı rica edeceğim çünkü Suriye'de ilginç bir şey vardı. Kürtlerle Şam yönetimi anlaşmış gibiydi ama sonra bir konferans toplandı, orada bir özerklik dile getirilince Şam biraz kükredi ve bu arada Dürzilerle Şam arasında bir çatışma çıktı. Şimdi Suriye'nin kolay kolay kendini toparlayamayacağı anlaşılıyor. Burada Öcalan'ın 27 Şubat'taki söylediği özerklik vesaire, ‘‘kültüralist şeyleri bırakalım’’ önermesi Suriye'yi içermiyor mu? Yoksa Suriye'deki o konferans, ‘‘ya almayacağız özerklik ama en azından istiyormuş gibi yapalım’’ mıydı?
Aydın Selcen: Şimdi Nusaybin'in hemen Suriye yarısı Kamışlı'da toplandı. Bu konferansın bizatihi toplanabilmiş olması dahi bir haberdir, bir gelişmedir, bir aşamadır. Oraya DEM Parti'nin temsilcilerinin katılmasına izin verilmesi bir aşamadır, aslında bir yandan da çelişkidir. Şimdi o toplantıya DEM Parti'den bir heyetin katılmasına izin veren aynı yönetim, Kent Uzlaşması’ndan da suç çıkarıp insanları gün yüzü görmemecesine içeri atıyor örnek olarak. Hadi pek konuşmayalım bu tür tutarsızlıkları, buna odaklanalım. O toplantıdan iki ayrı sonuç çıktı. PKK tarafı yahut SDG, işte YPG/PYD tarafından federalizm sonucu çıktı. O işin KDP tarafı, ENKS tarafından da adem-i merkeziyetçi, daha adem-i merkeziyetçilik üzerine bir yönelim çıktı. Ha, Suriye'nin verili durumunda zaten görüyoruz ki henüz şiddet tekelini eline alamamış bir yönetim var. Ayrıca bu yönetimin El Kaide ve radikal İslamcı geçmişi nedeniyle, onun şiddet tekelini eline almasının kendi sonları olacağını düşünen de insanlar var. Bunların arasında Arap Aleviler var, Dürziler var ve Kürtler de var tabii bir anlamda. Ayrıca onun ötesinde Kürtlük, Araplık gibi bir mesele değil; ortaya konulan bir yaşama ideali, hayat tarzı açısından da herhalde farklılıklar var. Burada, atı arabanın önüne koşmak diye hep söylenir; arabayı atın önüne koşmak yahut diplomaside... Şimdi SDG, YPG, o da silah bırakacak, nasıl olacak? Bırakıp sonra gelip orduya katılacak, sonra bu taleplerinden de vazgeçecek, ondan sonra iyi niyet bekleyecek Şam'dan. Yani bunun olmayacağı da açık. Şimdi böyleyse bir de şu var, Suriye denince, Irak denince bunlar birer ülke, birer devlet, BM'de temsil ediliyorlar, Birleşmiş Milletler’de. Ama onun dışında burada birer devlet olduğundan iki tarafta da, farklı farklı ama, söz etmek mümkün mü? Değil. Dağınık bir yapı var, çeşitli güç odakları var, yolsuzluk var, elinde silah bulunduran oluşumlar var. Suriye'de de Fırat'ın doğusunu idare eden bir yapı var, bir yerel yapı var. Şimdi buradan yol almak uzun sürecek. Ayrıca tabii, tutup da eş-Şara önce Mazlum Abdi'yle… Ki orada bir başka tutarsızlık da Ankara penceresinden bakış: Mazlum Abdi terörist deniyor ama o Erbil'e gidiyor, Erbil'de Fransa Dışişleri Bakanı'yla görüşüyor, Neçirvan Barzani ile, Mesud Barzani ile, yani bütün Irak Kürdistan Bölgesi’nin yöneticileriyle görüştükten sonra geri geliyor ve ondan sonra da oradaki konferans toplanıyor. Bir başka fark da şu; herkes haritaya bakıyor, bir çizgi görüyor. Türkiye'nin Irak sınırı var, Türkiye'nin Suriye sınırı var. Türkiye'nin Suriye sınırı, belki Afrin tarafı hariç, 900 küsur kilometre dümdüz. Sen de biliyorsun yani Türkiye tarafından arabayla giderken kafanı çevirince, Suriye'nin içlerine kadar neredeyse görürsünüz. Ya da Mardin'den bir aşağıya ovaya doğru bakınca, insana öyle gelir ki, neredeyse Şam görünecek gibi gelir. Tabii abartıyorum. Böyle bir yerde kaldı ki yine SDG, YPG kontrolündeki yerleşim birimleri neredeyse yarı yarıya bölünmüş, tespih tanesi gibi sınırda diziliyken, buradan Türkiye'ye bir tehdit olmayacağı açık. Teknik anlamda, askeri anlamda söylüyorum. Öte yandan şuysa tehdit, ‘‘Eğer Suriye özerkleşirse, Türkiye'de özerkleşir. Özerkleşme demek, bölünme demektir,’’ bu da yanlış. ‘‘Üniter devletle özerklik, adem-i merkeziyetçilik birbirine uymaz,’’ o da yanlış. İşte İspanya ve Fransa ortada. Bütün bunlar yanlış, bütün bunlar varsayım. Dolayısıyla elma ile armutları birbirine karıştırmamak lazım. Bir de şu var, terörle mücadele devam ediyor. Hani senin iyimser olduğun husus, ‘‘Bu bir zemin yaratmayacak mı?’’ Peki belirli konularda, yani yerel yönetimlerin güçlenmesi, mevcut büyükşehir belediyeler yasası, hani vazgeçtim Avrupa Konseyi'nin yerel yönetimler şartındaki çekincelerin kaldırılmasından, bunun üzerinde konuşulamaz mı? Ana dilde eğitim konusunda belirli konular konuşulamaz mı? Bunların konuşulması bile yasak olduğu gibi ya da ana tema olduğu gibi kayyum atanıyor burada. Şimdi, o zaman buradaki demokratikleşmeye olan bağlantı bütün bu Suriye ve Irak'taki gelişmelerden nasıl olacak? Yine o soruya geri dönüyoruz bence.

Ruşen Çakır: Aydın, son olarak çok farklı bir şey sormak istiyorum. Şimdi örgütten yapılan açıklamayı okudun değil mi bugün, yani biraz önce yapılan?
Aydın Selcen: Yani yayına hemen bağlanmadan da tekrar kontrol ettim, ‘‘Sonra açıklayacağız’’ diyor, yani ‘‘Başarıyla toplandı’’ diyor. Öcalan'a selam var. Evet, okudum.

Ruşen Çakır: Şimdi, ilk girişinde şöyle diyor: ‘‘12. kongre 5-7 Mayıs tarihleri arasında Medya Savunma Alanları’nda başarıyla yapıldı. Kongre, bütün çalışma alanlarını temsil eden delegelerle iki farklı alanda birbirine paralel olarak gerçekleştirildi.’’ Bu iki farklı alandan kastettiği ne olabilir?
Aydın Selcen: İnan ki aynı şeyi düşündüm, benzer yere takılmışız. Çalışma alanları olarak mı kastediliyor, yoksa Medya Savunma Alanları’nda kastedildiği gibi bir teknik önlem olarak, hani ‘‘Acaba ketenpereye bizi getiren olur da bir yere toplanır, orada hedef olur muyuz? İkiye bölünelim, hani bir tarafa bir şey olursa, öbürü devam eder’’ mi, o mu kastediliyor ya da ikisi birden mi kastediliyor? Yani bir grup bir tarafta toplanıp belli konuları konuştu, tamamen uyduruyorum, diyelim bunlar siyasal konular; öbür grup işte bu konuştuğumuz teknik, silah bırakma, nereye çekilelim, nerede nasıl yürütelim, onu mu konuştu? Onları kestiremiyoruz ama Medya Savunma Alanları dedikleri, demek ki bu söylenildiği gibi, en azından onu varsayabiliriz belki; hani Süleymaniye'de, Süleymaniye şehir merkezinde bu olabilir, deniyordu, herhalde o öyle olmadı, onu varsayıyorum. Ama ‘‘Kısa zamanda bu sonuçları paylaşacağız’’ dediklerine göre, iki alandan çıkan sonuçları birleştirerek bir açıklama yapılacakmış. Bunu öğreneceğiz ama oraya ben de takıldım doğrusu, iki ayrı alandan kastedilen nedir diye.

Ruşen Çakır: Bu alanlardan birisi İmralı'yı kastediyor olabilir mi?
Aydın Selcen: Doğrusu ben onu öyle anlamadım.

Ruşen Çakır: Ben de öyle anlamadım da, şimdi bu konularda güvendiğim bir arkadaşımın bir uyarısı geldi de onun için. Eğer öyle bir şeyse, çok bambaşka bir şey olur. Ben de tabii şey olarak düşündüm; örgütün kadroları, birisi A bölgesinde, birisi B bölgesinde toplanmış, yapmış diye düşündüm ama o arkadaşımın uyarısını da…
Aydın Selcen: Ben de o arkadaşın gibi, o zaman hani böyle heyecanlı bir öneri ben de ortaya atabilirim: Acaba diğer kastedilen Rojava mı? Hani bir alan Rojava, bir alan işte Kandil, öyle mi acaba alan? O da uydurulabilir ama İmralı’nın kastedildiğini hiç sanmıyorum doğrusu.

Ruşen Çakır: Eyvallah.
Aydın Selcen: Ve onu hiyerarşi olarak da hani örgüt açısından sanki saygıda kusur eden bir ifade olur gibi geliyor o bana, öyle diyeceklerini sanmam.



Destek olmak ister misiniz?
Doğru haber, özgün ve özgür yorum ihtiyacı
Bugün dünyada gazeteciler birer aktivist olmaya zorlanıyor. Bu durum, kutuplaşmanın alabildiğine keskin olduğu Türkiye'de daha fazla karşımıza çıkıyor. Halbuki gazeteci, elinden geldiğince, doğru haber ile özgün ve özgür yorumla toplumun tüm kesimlerine ulaşmaya çalışmalı ve bu yolla, kutuplaşmayı artırma değil azaltmayı kendine hedef edinmeli. Devamı için

Son makaleler (10)
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
18.05.2025 Trump cihatçıları seviyor
16.05.2025 Nereden çıktı bu Süleymancılar?
16.05.2025 Allah nurunu böyle mi tamamlayacak?
15.05.2025 Bir EİTÖ (Ekrem İmamoğlu Terör Örgütü) eksikti!
14.05.2025 Transatlantik: Trump Körfez'de | Ukrayna krizi için İstanbul zirvesi
14.05.2025 Yoksa Ekremci mi oldum?
11.05.2025 PKK kongresini topladı ancak sürece yönelik kuşku, kaygı ve itirazlar bitmedi
11.05.2025 Özgür Özel Erdoğan'ı kurtarır mı?
10.05.2025 Sırrı Süreyya Önder: Çok iyi bilirdim
18.05.2025 İçinden geçtiğimiz süreci anlamak için faydalı bir kavram: ”Önleyici barış”
22.09.2024 Ruşen Çakır nivîsî: Di benda hevdîtina Erdogan û Esed de
17.06.2023 Au pays du RAKI : Entretien avec François GEORGEON
21.03.2022 Ruşen Çakır: Laicism out, secularism in
19.08.2019 Erneute Amtsenthebung: Erdogans große Verzweiflung
05.05.2015 CHP-şi Goşaonuş Sthrateji: Xetselaşi Coxo Phri-Elişina Mualefeti
03.04.2015 Djihadisti I polzuyutsya globalizatsiey I stanovitsya yeyo jertvami. Polnıy test intervyu s jilem kepelem
10.03.2015 Aya Ankara Az Kobani Darse Ebrat Khahad Gereft?
08.03.2015 La esperada operación de Mosul: ¿Combatirá Ankara contra el Estado Islámico (de Irak y el Levante)?
18.07.2014 Ankarayi Miçin arevelki haşvehararı